Yorum: İstanbul Sözleşmesi yaşatır
12 Mayıs 2021İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen, Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi dün on yaşına girdi. Ancak sözleşmenin onuncu yıldönümü, Avrupa'daki kadınların sıkıntılı zamanlardan geçtiği bir sürece denk geldi. Avrupa genelinde, aşırı derecede muhafazakâr hareketler, son yıllarda kadın haklarını sürekli zayıflatmaya çalıştı. Covid-19 salgını ise durumu daha da karmaşık hale getirdi. İstihdamdaki toplumsal cinsiyet eşitliği hedefindeki geriye gidişin ve kadına yönelik şiddetteki hızlı artışın yanı sıra kadınların cinsel sağlık ve üreme sağlığı alanlarındaki haklarına erişimin önündeki engeller çoğaldı.
Durumu tersine çevirmek için İstanbul Sözleşmesi, Avrupa ülkeleri için eşsiz bir araç. Kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali olduğunu tespit eden, bunun özel veya ailevi bir mesele olduğu argümanını zayıflatan bir araç.
Ev içi şiddet, kadın sünneti, zorla evlendirme, cinsel taciz, psikolojik şiddet, zorla kısırlaştırma veya zorla kürtaj olsun, İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik her türlü şiddete karşı koyma konusunda devletlere kapsamlı yükümlülükler getiriyor.
Şiddetin önlenmesi ilk adım
Sözleşme, kadınları güvende tutabilmek için, şiddeti önleyip mağdurları korurken, failleri sorumlu tutarak, mağdur odaklı bir yaklaşım sağlıyor. Daha da önemlisi, kadına yönelik şiddetin etkili bir şekilde önlenebilmesi için sözleşme, devletlerin, kadın ve erkek rollerine ilişkin, toplumda yerleşmiş eşitsizlikler ve klişelerle mücadele ederek, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlaması gerektiğinin altını çiziyor.
İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması şimdiden olumlu sonuçlar vermeye başladı. Örneğin, Arnavutluk, Finlandiya, Karadağ, Portekiz ve Türkiye'de şiddet mağdurları için sığınma evlerinin sayısının artmasına yol açtı. Yine, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Portekiz ve İspanya'da, cinsel şiddet mağdurları için özel destek hizmetleri verilmeye başlandı.
Avusturya, Danimarka, Almanya, İrlanda, Malta, Portekiz ve İsveç dahil olmak üzere bazı ülkeler, cinsel şiddet ve tecavüzle ilgili mevzuatlarında, İstanbul Sözleşmesi'nin standartları ile uyumlu olarak değişiklik yaptılar. Failin güç kullanması veya tehdidini suç unsuru olarak gören mevzuatlar mağdurun rızasının olmamasını suç sayacak şekilde değiştirildi. Arnavutluk, Portekiz ve Karadağ'da taciz gibi kadına yönelik ek şiddet biçimleri suç olarak kabul edildi.
Sözleşmenin uygulanması ayrıca, birçok ülkede, kolluk kuvvetlerinin ve yargının cinsiyete dayalı şiddet konusunda daha iyi eğitilmesine ve kadına yönelik şiddetin daha etkili şekilde kovuşturulmasına yol açtı.
Kanunlar yeterince korumuyor
Pandemi, kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarında önceden var olan boşluklar için bir büyüteç görevi görürken, aynı zamanda, İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmasında, şimdiye kadar alınan bazı önlemlerin oynadığı önemli rolü de ortaya çıkardı. Kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasını önemli bir siyasi hedef haline getiren bazı devletler, kapanma dönemlerinde örneğin yeni alarm mekanizmaları yoluyla, şiddet mağdurlarına güvenlik ve destek sağlamaya yönelik eylemlere öncelik verdi.
Ancak İstanbul Sözleşmesi'nin kadın haklarına yönelik gözle görülür faydalarına rağmen, sözleşmenin onaylanmasına karşı çıkanlar tarafından ortaya atılan yanlış bilgiler yayılmaya devam ediyor. Aile değerlerini ve geleneklerini savunma bahanesiyle, genellikle kadın düşmanı ve homofobik gündemlerini saklayan İstanbul Sözleşmesi karşıtları için tekrar etmekte fayda var: Aileleri yok eden, ev içi şiddetle mücadele sözleşmesi değil, ev içi şiddetin kendisidir!
Kimileri de uluslararası bir sözleşmesine onaylanmasına gerek olmadığını, zira ülkelerin halihazırda aile içi şiddete karşı yeterli koruma sağlayan ulusal yasalara sahip olduğunu iddia ediyor. Bu, Türkiye'nin Mart ayında İstanbul Sözleşmesi'ndençekilmesinde de argüman olarak kullanıldı. Ancak bu aldatıcı argüman, hem yasaların kapsadığı kadına yönelik şiddet biçimlerini, hem de sözleşmeye taraf devletlerin bunları yürürlüğe sokmak için atmaları gereken adımları göz önüne aldığımızda, mevcut ulusal yasaların İstanbul Sözleşmesi'nden çok daha az kapsayıcı olduğu gerçeğini gizlemekte.
Üstelik İstanbul Sözleşmesi, sözleşmenin uygulanmasının denetimi için bağımsız bir uluslararası uzmanlar grubunu devreye sokma ve tüm taraf devletlere kendi aralarında bir iş birliği yapma yükümlülüğü de getiriyor.
İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması yaşatır. Devletlerin kadınları ve kız çocuklarını yüzüstü bırakmamak için bir takım ahlaki ve yasal yükümlülükleri vardır. Bu yüzden devletler, İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamalı ve daha fazla uygulamalıdırlar. Aksini iddia etmek için ikna edici hiçbir argüman yok!
Dunja Mijatovic
© Deutsche Welle Türkçe