1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Washington-Tahran hattında yakınlaşma

Ulrich Pick10 Şubat 2009

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ABD’nin diyalog çağrısına olumlu karşılık verdi. Peki, Ortadoğu'daki gücünü her geçen gün artan İran, bu seviyeye nasıl geldi?

https://p.dw.com/p/Gqxq
Fotoğraf: AP / DPA / Montage DW

2003'te ABD Irak'ı işgal ettiğinde, İran'ın durumu oldukça zor görünüyordu. Çünkü ülke Amerikan askerleri tarafından kuşatılmıştı. İran'ın doğusundaki Afganistan'da ve batısındaki Türkiye'de Amerikan askerleri konuşlandırılmıştı. Ayrıca ABD donanması, İran Körfezi'nin güneyini adeta mesken tutmuştu.

Amerikan birliklerinin bu bölgeye yerleşmesini kendisine yönelik bir tehdit olarak gören İran, Amerika'ya ihtilaflı oldukları konularda çözüme dönük görüşmelere hazır olduğu mesajını verdi. Ancak o sıralarda ABD bu teklifi görmezden geldi. Bugün ise yani beş sene sonra, Barak Obama başkanlığındaki Amerikan yönetimi, İran'la doğrudan diyaloğa hazır olduklarının altını çizerek iki ülke arasındaki ilişkilere şans tanımak istiyor. Zira İran, bu zaman zarfında, içinde bulunduğu tedirgin tavırdan sıyrılarak, bölgesinde özgüven sahibi bir güce dönüştü.

İran güçlü bir ülkedir

İslam Devrinin 30. yılında Tahran'da halka seslenen İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad, ABD'nin diyalog çağrısına olumlu karşılık verirken, söz konusu görüşmelerin eşit ve karşılıklı saygı temeline oturtulması isteğini de vurguladı. Ahmedinejad bölgede artan gücünü, “Unutulmaması gereken bir şey var; o da İran'ın güçlü bir ülke olduğudur. Bazılarımızın da söylediği gibi, İran köşesinde uyuyan bir aslandır ve bu ülkeyle ilgilenenlere tavsiyem aslanın kuyruğuyla oynamamalarıdır” şeklinde tanımladı.

Artan özgüvenin nedenleri

İran'ın kendisine duyduğu güven, özellikle ABD'nin Saddam Hüseyin'e savaş açmasından sonra daha da arttı. Çünkü Arap diktatörün devrilmesiyle birlikte daha önce baskı altında tutulan Şii nüfus, bir anda ülkede baskın güç haline geldi. Şii bir ülke olan İran, İran'da doğan ve İran'a yakınlığıyla bilinen din adamı Ali el Sistani vasıtasıyla Irak'taki Şii nüfus üzerindeki etkinliğini arttırmaya çalışıyor. Bu doğrultuda Amerika'nın bir an önce komşu ülke Irak'tan çıkmasını talep ediyor. Ancak Amerikan askerlerinin çekilmesiyle birlikte Irak'ta meydana gelebilecek karışıklığın üzerinde durmayan İran, bunun ülkesindeki Araplara da sıçrayabileceğini şimdilik hesaba katmıyor.

İslam Cumhuriyeti'nin bölgede artan özgüvenin bir diğer nedeni de Hizbullah'ın Lübnan'da son derece güçlü olması. Bunun arkasındaysa adı geçen Şii örgütün, 2006 yazında İsrail'e karşı verilen savaşta elde ettiği başarıda yatıyor. Ancak parasını, silahlarını ve eğitimini Tahran'dan alan Hizbullah’ın, emirlerini bir defa bile İran'dan almadığı belirtiliyor. Buna gerekçe olarak ise Lübnan nüfusunun çoğunluğunun Araplardan oluşması ve Arapların farsi İranlılardan farklı olması gösteriliyor. Gerçi İran'ın bölgedeki etkinliği Hamas'a kadar ulaşıyor. Hamas her ne kadar, Sünni bir organizasyon da olsa, İsrail'e beslenen düşmanlık bağlamında Sünni ve Şiiler ‘”Müslüman kardeşliğinin” bir parçası olarak birlikte hareket ediyorlar. Buna rağmen İran, İsrail'in Gazze'ye yaptığı son askeri saldırıya açıktan müdahale etmedi. Ahmedinejad bunun nedenini, “Halkımız mantıklıdır ve diğer halklarla barış içinde yaşamak ister. Ama şimdiye kadar hiçbir tehdide ya da haksız talebe de boyun eğmedik. Ve bu, gelecekte de böyle olacaktır” şeklinde açıkladı.

Ahmedinejad sevilen siyasetçilerden

Bununla birlikte İran'dan gelebilecek sert açıklamalara ve tehditlere de hazırlıklı olmak gerekiyor. Zira İran, İsrail'e ve Batı'ya karşı kışkırtıcı açıklamaların kendisine Ortadoğu'da dost kazandıracağını biliyor. Nitekim 2006' da İsrail'in Hizbullah ile yaptığı savaşı kaybetmesinin ardından Kahire'deki el Azhar Üniversitesinin yaptığı kamuoyu yoklamasında, en sevilen siyasetçilerin Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad olduğu ortaya çıkmıştı.