Türkiye'nin bilimsel yayın karnesi zayıf
2 Haziran 2019Kuran dinletilen balıklar daha hızlı mı büyüyor? Şeytanla mücadele edecek insanın eğitimi nasıl olmalı? Son yıllarda bilimsel yayın olarak sunulan bu araştırmalar kamuoyunda tartışma yaratırken, buna benzer örnekler Türkiye’deki üniversitelerin bilimsel yayın kalitesinin sorgulanmasına yol açıyor.
İstatistikler Türkiye’de son yıllarda üniversitelerin ve buna paralel olarak bilimsel yayın sayısının artmasına rağmen yayın kalitesinin giderek düştüğünü gösteriyor.
Türkiye'de şu anda 206 üniversite bulunuyor. Scientific Journal Rankings verilerine göre 2017’de Türkiye dünya bilimsel yayın sayısı sıralamasında 19'uncu sırada; buna karşılık Türkiye’den çıkan yayınlara yapılan ve yayının kalitesini gösteren uluslararası atıf sayısı her geçen yıl önemli oranda düşüyor.
ODTÜ bünyesinde 2009'da kurularak Türkiye ve dünya üniversite sıralamalarını yapan URAP'ın (Akademik Performansa Göre Üniversite Sıralaması) koordinatörü, ODTÜ eski Rektörü Ural Akbulut durumu DW Türkçe’ye şu sözlerle özetliyor:
"Dünyada bilimsel makaleler kalite açısından dört gruba ayrılır. Saygınlık açısından ilk yüzde 25’lik dilim en yüksek kalitededir, sonra saygınlık oranı giderek düşer. Son yüzde 25’lik dilim saygın bile denilemeyecek makalelerdir, ya çok az atıf alır ya da hiç almazlar. Bizim araştırmalarımıza göre dünyanın ortalaması genelde ilk ve ikinci yüzde 25 civarında, üçüncü ve dördüncü dilimde dünyada çok az makale var. Türkiye'de ise tam tersi.”
Üniversite sayısı artarken kalite düşüyor mu?
Akbulut, son yıllarda Türkiye’de dördüncü kategori makale sayısında ciddi oranda artış bulunduğunu belirterek, çok fazla üniversite açılması ve bunlara öğretim üyesi bulunamaması, yeni açılan bazı üniversitelerin standartları düşük doktora vermesi ve bu kişilerin öğretim üyesi olmasının bunda etken olduğunu belirtiyor.
Hacettepe Üniversitesi emekli öğretim üyesi İskender Sayek de bilimsel yayınların özgün olması ve bilime yaptığı yeni katkısının öneminin altını çizerek, "bilimsel çalışmaların nitelik açısından değil nicelik açısından değerlendirilmesi ve bununla da övünülmesini” ana sorunlardan birisi olarak gösteriyor.
Sayek, tam bir planlama yapılmaksızın, altyapı, olanaklar ve insan gücü kaynakları oluşturulmadan, gereğinden çok üniversite açılmasının sakıncalarına dikkat çekiyor.
Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknoloji Yayın Yönetmeni Orhan Bursalı da DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, üniversite sayısının artmasının bilimsel yayınların kalitesini teşvik edici bir unsur olamadığını söyleyerek, yeni kurulan üniversitelerde de nitelikli araştırmacılar bulunduğunu ancak sayılarının az olduğunu belirtiyor.
Sahte dergi ve kongreler sorunu
Türkiye’deki bilimsel yayınların kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir başka faktör de “yağmacı/sahte” olarak adlandırılan dergi ve kongreler.
Ural Akbulut’un tanımıyla “sahte” dergiler etki değeri düşük dergilerden farklı olarak tamamen sahte ve parayla makale basıyor, dolayısıyla bilimsel güvenilirliğe sahip değiller. Akbulut, bu dergilerin Türkiye’deki bilimsel yayın kalitesine ne kadar olumsuz etki yaptığının fark edilmesinin uzun zaman aldığını ve bu sırada birçok insanın bu dergilerde yayımlanan makalelerle doçent ya da profesör olduğuna işaret ediyor.
Cumhuriyet Üniversitesi'nden Selçuk Beşir Demir'in Journal of Informetrics dergisinde Kasım 2018’de yayımlanan makalesine göre, dünyada en çok sahte dergi çıkaran ülkeler arasında Hindistan ve Nijerya ile birlikte Türkiye de var. Bu çerçevede Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) geçtiğimiz Mart ayında bu dergilerdeki yayınların akademik yükseltmelerde artık etken olmayacağı yönünde aldığı karar akademik çevrelerde olumlu karşılandı.
YÖK’ün kararını hem Akbulut hem de Sayek doğru bulsa da yeterli görmüyor. Sayek’e göre “araştırma ile ilgili ulusal ve kurumsal politikalar oluşturmak, öncelikli alanları belirlemek, Türkiye’ye özgün sorunları değerlendiren araştırmaları teşvik etmek, araştırmaya bütçe ayırmak ve bu bütçenin doğru kullanıldığını izlemek” önem taşıyor.
Bu tür dergilerin yanı sıra ciddi akademik çevrelerin çok rahatsız olduğu bir başka sorun da sahte kongreler. Akbulut bu kongreleri şu sözlerle anlatıyor:
"Sahte kongre olayında herhalde dünyada maalesef belli bir yere gelmişizdir diye düşünüyorum. Çünkü bazıları non-stop kongre düzenliyor. Aynı kongrede bir bakıyorsunuz biyolojiden başlıyor, teknoloji, mühendislik, makine, elektrik bütün alanları sıralıyorlar. ‘Ne olursan ol gel, yeter ki bize o parayı ver' diyorlar yani.”
Rektörleri cumhurbaşkanının ataması
Türkiye’deki bilimsel yayınların kalitesini etkileyen faktörler arasında üniversitelerde özgürlük ortamının eksikliğine de değiniliyor.
Bursalı, rektörlerin hükümet ve cumhurbaşkanı tarafından atanmış olmaları ve bu atamalarda bilimsel kriterlerden daha çok hükümete yakınlığın dikkate alınmasının özgürlük ortamını zedelediğini belirterek, üniversitelerin “kontrol altında tutulması gereken yerler” olarak görülmesinin yanlış bir tutum olduğunu ifade ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1960 askeri darbesinden sonra üniversiteden atılmasıyla Almanya’ya giden bilim adamı Fuat Sezgin için geçtiğimiz günlerde düzenlenen törende “İlim insanına sahip çıkmadığınız zaman, işte ona Alman sahip çıkar” sözlerini sarf etmişti. Türkiye’de ise kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından binlerce akademisyen üniversitelerden ihraç edildi.
Hollanda'da bulunan Rotterdam Erasmus Üniversitesi'ne bağlı Ekonometri Enstitüsü'nde Veri Bilimi ve Optimizasyon alanında öğretim üyesi olan Prof. Dr. İlker Birbil de son dönemdeki olumsuz ortamdan etkilenerek Hollanda'ya giden bir bilim insanı.
DW Türkçe’ye konuşan Birbil, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir makale enflasyonu bulunduğunu belirtirken, yayın sayısından ziyade bilimsel olarak kendini ispat etmiş insanlara öncelik verilmesinin şart olduğunu düşünüyor. Başarılı birçok akademisyenin hayatlarının KHK'larla “insafsızca karartıldığını” vurgulayan Birbil, şöyle konuşuyor:
“Bu akademisyenler üniversitelerinden koparıldılar, pasaportlarına el konuldu. Arkadaşlarına bu haksızlığın reva görülmesine, üniversitede kalan diğerleri -belki mucip sebeplerle- ses çıkaramadılar. Sus pus olmuş bir üniversite, üniversite olmaktan çıktı. Yani hem gidenlerin yarattığı boşluk, hem de kalanların içine düşürüldükleri durum yüzünden üniversitelere iki kez darbe vuruldu.”
Gülsen Solaker
© Deutsche Welle Türkçe