1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türk-Kürt birlikteliğinde son viraj

11 Ocak 2016

Türkiye'de giderek şiddetlenen çatışmalar kaygıyla izleniyor. Gazeteci Tülin Daloğlu'nun analizi:

https://p.dw.com/p/1Hb9d
Fotoğraf: Reuters/S. Kayar

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, 6 Ocak’ta, “Türkiye’de Kürt sorunu değil, terör sorunu var. Kimse bize [aksini] yutturmaya kalkmasın,” dedi. 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmada ise devletin geçmişte hatalarının olduğunu vurgulayıp, “Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur,” diyerek Oslo’da takibi yıl Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile başlatılan gizli müzakerelerin ilk adımını attı. Çözüm süreci adı verilen açılımı da 2009 yılında başlattı.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının, İmralı’da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı merkeze oturtarak yönettiği bu görüşmelerin tamamı Türkiye Büyük Millet Meclisi bilgisinin ve bilgilendirilmesinin dışında, mutlak bir gizlilik içinde yürütüldü.

'Görüşme masası devrildi'

Bugün bu görüşmelerin buzluğa kaldırıldığı ve hatta şimdilik görüşme masasının devrildiği görülürken; kamuoyu aslında AKP iktidarının, PKK’nın bilindik taleplerinin karşısında nelere evet demeyi göze alarak bu müzakereleri başlattığını bilmemekte. Zira, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, Dolmabahçe’de, Mart ayında, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in PKK ile varılan mutabakatı okurken kameraların önünde birlikte olmalarına rağmen Erdoğan – tam da seçim öncesine denk gelen - bu mutabakatı asla kabul etmeyeceğini söyledi. Neticede, iktidar, 30 yılda 30 bini aşkın insanın ölümüne neden olan bir ulusal güvenlik meselesini böylesi ‘ben-merkeziyetçi’ tekelci bir yaklaşımla ele alınca da, halk, haliyle, AKP’nin Haziran ayında yapılan genel seçimlerde ilk defa tek başına hükümet kuramayacak bir sonuç alması; Erdoğan’ın parlamenter sistemi yıkıp ‘başkanlık’ sistemine geçiş emelinin kısmen sekteye vurmasının faturasını iktidara kesti ve AKP’nin milliyetçi kesimin oyunu kaybetmemek için bu süreci sekteye uğrattığına hükmetti. AKP, Kasım ayında tekrarlanan seçim sonucunda ezici bir çoğunlukla yeniden iktidar oldu.

İktidar, PKK’nın yönlendirmesi ile Ağustos ayından itibaren Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Hakkari, Muş, Elazığ ve Batman’ın belli ilçelerinde başlayan isyanlar, hendek kazmalar ve özerklik ilamlarına karşı belki de daha önce görülmedik bir sertlikle karşılık verdi. Buralarda, mesela Diyarbakır’ın Sur ilçesinde bugün 41inci gününe giren sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre bu yasakların olduğu yerlerde toplam 162 sivil hayatını kaybetti. Bu ölümlerin 29’u kadın, 32’si çocuk ve 24’ü 60 yaş üstü. Bölge halkı, ülkenin geri kalanının yaşanan bu insani trajediye ve hatta defnedilemeyen cenazelere dahi sessiz kaldığından şikayetçi. Her kesimden siyasetçinin ve halkın, yaşananları konuşurken kullandığı dil de milli birlik ve bütünlüğün neredeyse kalmadığı ve hatta belki de hiç olmadığı gibi bir his yaratmakta.

Türkiye'yi baştan başa Kürt ateşi sarabilir

Bu his nasıl yanıltıcı ise binlerce insanın canına mal olmuş bir meseleyi bir Erdoğan-Öcalan veya AKP-PKK denkleminde çözebilmeyi düşünerek yola çıkmak da bir o kadar hatalı idi. Uzun lafın kısası, Türkiye’yi bir baştan öteki başa sarması giderek daha da muhtemel gözüken Kürt ateşinin – her bir tarafın siyasetçisinin kriz yönetmedeki aczine rağmen - söndürülmesi hala mümkün.

Devlet, yıllar yılı, PKK’nın silahlı kalkışmasına karşı aynı dilden karşılık verdiği; terörle mücadele adı altında işlediği onca temel insan hakkı ihlalini adalet ve adiliyet içinde sonuca bağlayamadığı; ve bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşların etnik kökenli taleplerini sanki sadece bir düşmanın ülke toprağını bölme arzusu olarak gördüğü, ve inat ve ısrarla ve hatta zulmederek kayıtsız kaldığı için büyük yanlışlar yaptı. Erdoğan iktidarı da bu süreci başlatırken zaten, ülkenin neredeyse kuruluşundan itibaren askeri cenahın hatalarının bu kanlı döngüyü ördüğü kanaatini ileri sürdü. Geçmişi karalayıp ‘Yeni Türkiye’ inşa etme projesinin bir halkasıydı bu. Kürtler, Erdoğan’ın bu vizyonunda temel bir aktör olarak rol almayı baştan seçtiler.

Halk HDP'ye şans verdi

HDP Eş-Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Erdoğan’ı başkan yaptırmayacakları söylemiyle baştan kabul ettikleri bu rolden bir nevi vazgeçtiğini deklare etti. HDP, AKP’ye muhalif ‘Beyaz Türklerden,’ Haziran ve Kasım aylarında yapılan seçimlerde oy almış ve 10% barajını aşarak ilk defa parlamentoya siyasi parti olarak girmeyi başardı. Halk, Haziran’da, muhalefete nasıl bir şans tanıdıysa HDP’ye de benzeri bir şansı tanıdı ve ancak açıkça görülüyor ki HDP dahil muhalif siyasi kanat halkın verdiği şansı doğru kullanamamakta.

HDP, PKK ile arasına yeni dönemde daha fazla soluk koyar diye beklenirken; PKK’nın söylemlerini daha fazla sahiplenen bir çizgiye geldi. Hendekler ve özerklik ilamlarını sahiplenişi ve ülkenin batısındakilerin yaşananlara kayıtsız kaldığını argüman eden söylemlere gaz vermesi; HDP’nin, üniter yapı içinde daha demokratik bir yolla idare edilme arzusuyla siyaset yaptığı söylemini neredeyse hiç etti.

Türkiye’nin her kesiminden halk şüphesiz kan dursun istiyor ama çözüm sürecinin başlangıcını ve devamında yaşananları siyasetçiler ve iktidarın belirlediği akil insanlar belirlediler. Bu süreçte, PKK’nın Kürtleri temsil ettiği algısı AKP’nin süreci yanlış kurgulandırması ama HDP’nin de katkısıyla pekişirken; halkın, Kürt kökenli olmayan kesimini, talihsiz bir genelleme içinde, güvenlik güçleri ve PKK restleşmesinde yaşanan ölümler sonucu insaniyetten uzak ve hatta ırkçı diye yaftalamak üniter yapı içinde kalmak isteyen siyasi bir yapı için doğru bir adım olamaz. Zira bu yaklaşım, bir zaman sonra, siyasilerin beceriksizliklerinden ötürü kördüğüm haline gelen bu meselede ülke geneline yayılacak olası bir çatışma ortamında ölü sayısı yarıştırmaya kadar varabilecek sonuçlar doğurabilir.

İktidarın ölümcül hataları

İktidarın bu süreci yönetmedeki ölümcül hataları baki kalmakla birlikte; HDP, iddia ettiği gibi ülkede demokratik standartları, hukukun üstünlüğünü ve insaniyeti ön plana çıkaran yeni bir toplumsal mutabakatı inşa etmek istiyorsa bu sefer dialog masasını daha zengin kurmak için parlamentodaki varlığı ile kendi inisiyatif almalı ve siyasi dilini tam da böylesi bir ateş altındayken barış ve birlik için kullanmalıdır. Bunun için de PKK'nın şehir merkezlerinde devlet güçlerine meydan okuyan güçlerini destekler açıklama yapmaktansa, bunların geri çekilmesi için varsa gücünü kullanmalıdır.

Aksi takdirde, Türkiye’nin Suriyelileşmeye yüz tutan hali gerçek olur ve bu kan döngüsünün kazananı olmaz. Tarihçeye meraklı kesimler de ölümler üzerinden geçmişin derin analizlerini; hangi tarafın daha haklı, daha mağdur olduğunu beyhudar bir şekilde sıralamaya devam ederler. Bu yaşananlar, Türk-Kürt birlikteliğinde malum fay hattının top yekün kırılmasından önce ki son viraj gibi durmakta zira.


© Deutsche Welle Türkçe

Tülin Daloğlu