Skandallardan pırıltılı ödüllere Berlinale
6 Şubat 2009Sinema yıldızlarını ağırlayan, dünyanın farklı ülkelerinden filmlere ev sahipliği yapan Berlin Film Festivali skandallara da sahne oldu. 1970 yılında festival tarihinin en büyük skandallarından biri yaşandı. Alman yönetmen Michael Verhoeven’in ”O.K.” adını taşıyan, Vietnam Savaşı’ndan gerçek bir hikayeyi anlatan filminin gösterimi yapıldı. Film, Vietnamlı bir kızın Amerikan askerleri tarafından tecavüze uğramasını konu alıyordu. Ancak festivalin Amerikalı jüri başkanı, filmin Amerikan karşıtı bir tavır sergilediğini savunarak, tepki gösterdi. Bunun sonucunda film yarışma dışı bırakıldı. Resmi olarak yapılan açıklamada ise ”O.K” adını taşıyan filmin ”halklar arasında karşılıklı anlayışın gelişmesine katkı sağlamadığı” belirtildi. Fakat tartışmalar devam etti. Sonunda, jüri kendini feshetti ve siyasi tartışmalar gölgesinde kalan Berlin Film Festivali’nde ne altın ayı ne de gümüş ayı ödülü verildi, festival yarıda kesildi.
Festivalin öncüsü ”Oscar”
Berlin’de uluslararası bir film festivali düzenlenmesi fikrini ilk kez Amerikalı bir subay ortaya attı. Oscar Marty adını taşıyan Amerikalı subayın hedefi, İkinci Dünya Savaşı’ndan altı yıl sonra, 1920’li yıllarda dünyaca ünlü olan ama savaş sırasında çöken Alman film endüstrisini yeniden canlandırmaktı. 6 Haziran 1951’de Birinci Berlin Film Festivali’nin açılışı Alfred Hitchcock’un ”Rebecca” isimli yapıtı ile yapıldı. Bu film, Berlin Film Festivali’nin 1950’li yıllardaki eğilimlerini de göstermiş oldu: Hollywood’un pırıltısı ve yıldızları... Dönemin ünlü isimleri; Henry Fonda, Gary Cooper, Errol Flynn ve Richard Widmark Berlin’i ziyaret eden aktörler arasındaydı. 1951 yılında dünyaya gelen Berlin Film Festivali’nin siyasi bir söylemi de vardı: ”Özgür Dünyanın Vitrini.” Zira Berlin Film Festivali, Bolşevizme karşı geliştirilen kültürel bir duvar olarak düşünülmüştü.
1960'larda yeni bir yön
1956 yılı, Berlin Film Festivali için önemli bir dönemeç oldu. Zira festival 1956 yılında en önemli kategori olan ”A statüsüne” ulaştı. Böylelikle halk jürisi yerine sektörden gelen isimlerden oluşan bir jüri en iyi filmleri seçme yetkisine sahip oldu. Berlin Film Festivali bu yıllarda ayrıca Avrupa sinemasını keşfetti. Fransız yönetmen Jean-Luc-Godard ve İtalyan meslektaşı Michelangelo Antonioni, Gümüş ve Altın Ayı’yı kazandılar. Fakat bu yıllarda da Berlin Film Festivali’nden Hollywood’un pırıltısı eksik olmadı.
Doğuda bir yenilik yok mu?
1950’li ve 60’lı yıllarda Berlin Film Festivali’ne hiç bir Doğu Avrupa filmi katılmadı. Soğuk Savaş kültürel etkinliklerde hissediliyordu. 1961 yılında Berlin Duvarı’nın inşa edilmesinden sonra festival sadece kentin batısında düzenlendi. Festival organizatörlerinin Doğu Avrupa yapımı bazı filmlerin Berlin’de gösterilmesi için sarf ettiği çabalar uzun süre sonuçsuz kaldı. Fakat Almanya Başbakanı Willy Brandt’ın izlediği Doğu politikası sayesinde bu çabalar meyve vermeye başladı. Yakınlaşma yoluyla dönüşüm siyaseti kültür alanında da geçerliydi. Bu çerçevede ilk kez 1974 yılında Sovyetler Birliği’nden bir film festivale konuk oldu. 1975 yılında ise Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden ”Yalancı Jakob- Jakob der Lügner” Berlin Film Festivali’ne katıldı. Aynı yıl jüri üyeleri arasında ise bir Sovyet vatandaşı dikkati çekiyordu.
Dünya sineması...
1970’li yıllarda Berlin Film Festivali’nin sloganı ”dünya sinemasına doğru açılım” olabilirdi. Zira bu yıllarda Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden davet edilen filmlerin sayısında artış görüldü. 1976 yılında yarışmalı bölümde İran, Meksika, Venezüella, Çin Halk Cumhuriyeti ve çeşitli Doğu Bloku ülkelerinin filmleri yer alıyordu. 1970’li yıllarda yaşanan diğer bir değişiklik ise programa farklı bölümlerin eklenmesi oldu; örneğin Çocuk Festivali. Böylelikle ilk kez uluslararası bir festivalde çocuklar da dikkate alınmıştı. Ayrıca 1971 yılında ”Uluslararası Genç Yönetmenler Forumu” oluşturdu. Hala programda yer alan bu bölüm, genç yönetmenlerin filmlerine yer veriyor. ”Forum” bölümü sinemaseverlerin çoğu için festivalin en önemli yan programlarından birini oluşturuyor. Zira bu bölümde, görülmeye değer, ancak çoğu zaman vizyona girmeyecek filmler gösteriliyor. Berlin Film Festivali için en önemli değişikliklerden biri ise 1978 yılında gerçekleşti. Festivalin haziran ayı yerine şubat ayında düzenlenmesine karar verildi. Böylelikle Berlin Film Festivali, mayıs ayında düzenlenen Cannes Film Festivali’nin gölgesinden kurtulmuş oldu.
Berlin’de Türk sineması
Türk sineması Berlin Film Festivali’ndeki en önemli çıkışını 1964 yılında yaptı. Yönetmenliğini Metin Erksan’ın yaptığı ”Susuz Yaz” 1964 yılında Berlin’den Altın Ayı ile döndü. Başrollerinde Hülya Koçyiğit, Ulvi Doğan ve Erol Taş’ın oynadığı film, Türk sinemasının adını uluslararası alanda duyurmayı başaran ilk eser oldu. Türkiye’nin adının Berlin Film Festivali’nde bir kez daha duyulması için aradan kırk yıl geçmesi gerekti. 2004 yılında Altın Ayı’nın sahibi ”Duvara Karşı” filmi ile Hamburg’da yaşayan Türk kökenli yönetmen Fatih Akın oldu. Türkiye-Almanya ortak yapımı film, Akın’ın adını da duyurmuş oldu.
Günümüzde Berlinale
”Bir festival üç bölümden oluşur: programı, organizasyonu ve atmosferi. Ve her üçü de, çok iyi bir yolda ilerliyor.” Berlin Film Festivali'nin eski yöneticisi Moritz de Hadeln, bunları 2000 yılında dile getirmişti. Berlin Film Festivali’nin programı giderek siyasileşti, Alman terörizmi ve Amerika Birleşik Devletleri’ni eleştiren filmler tartışma yarattı. Altın Ayı Rusya ve Çin filmlerine verildi. Bunun yanı sıra eşcinsel filmlere verilen ”Teddy Award” ödülü programa dâhil edildi. Berlin Film Festivali’nin atmosferi ise organizatörlerin gurur kaynağı oldu. Zira Berlin Film Festivali, gerçek anlamda bir halk festivali, insanlar yıldızlara dokunamasalar bile en azından yakından seyredebiliyorlar.