'Gazetecilik uçurumdan atlarken hakikati bağırmaktır'
3 Mayıs 2019Hapishanenin başka bir saati vardır. Ne kolumuzdakine, ne de duvardakine benzer. Gün, özlediğinin acısını bir an olsun unutturacak uğraş bulduğunda biter. Yeni günse, kekremsi tadıyla gelen özlemin kalbine yeniden düşmesiyle başlar. O yüzdendir ki bir gün 24 saat etmez. Kimine 36 saattir, kimine 48 saat.
Mahpus gazeteci için geçmişin yükü değil, geleceğin belirsizliği daha ağırdır. Olası iftiralar, dosyaya eklenecek paranoyalar, iktidar korkusuyla verilen ya da verilecek mahkeme kararları, göstermelik temyizler… Geleceğin belirsizliği bir başka acıtır. Nasıl ki görebildiğin en uzak nokta hücrendeki karşı duvarsa, kaderine nasıl dokunulacağını da göremezsin. Sınır tanımayan kötülük, kör eder insanı.
Özlersin... Gün içinde aklına gelmeyen önemsiz bir detaya dahi açlık çeker hale gelirsin. Komşunun sokakta top oynayan çocuğunun gol sevinci, köşe başındaki eskici, belki bir korna sesi, sana mendil satmaya çalışan yaşlı bir kadın... Hepsi toplanır, gecenin bir yarısı çıldırtır seni. Kararsızlıktan çıldırırsın. Hangisini daha çok özlediğine, aslında hangisinin senin için daha büyük anlam ifade ettiğine karar verememekten çıldırırsın.
Sağa dönsen olmaz, sola dönsen daha da yalnız kalırsın. Sıtma nöbeti gibi titretir her yerini. Körleştiğin anlarda gazetecilik tutar elinden. Sevgili gibi. Koynuna alır seni. Bir gün özgür kalacağını, kalemi tekrar eline alacağını anlatır sana. Elleri umut gibidir. Elleri, 'kötülükleri yok etme ihtimali' gibi. Sen önünü göremezken cesaret nakşeder. Cesaret ise özgür kılar insanı. İşte bu yüzden gazetecilik, cesaret gerektirir.
Korkakların, suskunların, kralı röntgenleyemeyenlerin işi değildir. Bu yüzden biraz delilik halidir gazetecilik. Bile bile uçurumdan aşağı atlamak. Atlarken de hakikatı bağırmaktır. Nasıl ki deliye her gün bayramsa, kalemi pranga tutmayan gazeteciye de her gün ‘3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü'dür.
Zor bir deliliktir ama… Bir gün hain, başka bir gün terörist ilan edilirsin. Örgütlerden örgüt beğendirirler. Hatta öyle ileriye giderler ki, birbirine hiç benzemeyen farklı örgütlerin paydaşı olursun bir anda. Tüm vücuda metastaz yapmış bir kanser gibi ülkeyi ele geçiren paranoyayla savaşmak zorunda kalırsın.
Sözlerini sübliminal darbe mesajı, fotoğrafladığın zulmü örgüt propagandası, yazdığın yolsuzluğu yardım ve yataklıktan sayarlar.
Tüm bu karanlığın içinde yine de ışıktır, umuttur gazetecilik. Elleri, 'bir şeyi değiştirebilme ihtimali' gibidir. Dokunur dokunmaz aşık eder seni kendine.
Öyle bir umuttur ki, Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanlarında olduğu gibi tebessümle uğurlar insanı cezaevine. Ya da Ahmet Altan'ın kitabı gibi, hücrenin penceresinden dil dil dağılır dünyaya. Nedim Türfent'in kalemi gibidir mesela. Tek kişilik hücrede kağıda anlatır zulmü. Ya da diğer özgür gazeteciler gibi, kötülüğe ne kadar maruz kalınırsa güzel günler daha çabuk gelecekmişcesine habercilik yaptırır.
Türkiye gibi ülkelerde gazetecilikten korkanlar ilk önce halkı bastırırlar. Zira bu meslek, halkın da ortak olduğu bir deliliktir. Halk habere de, gazeteciye reva görülen kötülüğü de ortak olmazsa… İşte o zaman ölür bu meslek. Yerini arzuhalcilik alır. Bugün gazeteciler cezaevine girmeyi göze alıyorsa, içeride de, çıktığı zaman da yazmaya cesaret edebiliyorsa bunun nedeni her tür baskıya rağmen gazetecinin arkasında duran bir avuç insanın varlığıdır.
İşte bu yüzden 3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü yalnızca gazetecinin, gazeteciliğin değil; hayatını, geleceğini, ailesini, sağlığını, güvenliğini, zekasını, insanı insan yapan her şeyi önemseyenlerin günü olmalıdır. Hakikata sahip çıkanların, hakikata sahip çıkana sahip çıkanların günü kutlu olsun.
DW Türkçe için de yazan gazeteci Tunca Öğreten, yaptığı haberler nedeniyle 2017 yılında tutuklanarak cezaevine kondu. Bir yıl tutuklu kalan, yargılanmasına devam edilen gazeteci ‘terör örgütü adına suç işleme' ve ‘devlet sırrını ifşa etmek' ile suçlanıyor.
Tunca Öğreten
©Deutsche Welle Türkçe